Giriş
Medya sektörü ekonomik olarak astronomik değerlemelere sahip, teknolojinin gelişmesi ile de lokal, bölgesel ve uluslararası uygulamaların birbirine oldukça yaklaştığı dinamizmi en yüksek alanların başında gelmektedir. İlginin ve beklentinin bu denli yüksek olduğu bir sektörde elbette hukukun uygulanması anlamında da çokça tartışma bulunmaktadır. Zira medya sektörü, niteliği itibariyle birçok hukuk alanının kapsadığı karma nitelikte bir alan olup, çeşitli cephelerden kamu hukuku ve özel hukukun kurallarını ve yaptırımlarını ihtiva etmektedir. Hukuki yönden çok cepheli olmasının yanı sıra, ülkesel ve bölgesel kuralların iç içe geçmek durumunda kalması bu sektör özelindeki hukuki değerlendirmelerin global bir bakış açısıyla yapılmasını zorunlu kılmaktadır.
Medya sektöründeki en önemli hususlardan biri hakların doğru konumlandırılması ve haklara bağlı işlemlerin hukuka uygun yürütülmesidir. Zira, hakların doğru konumlandırılamaması ve akabindeki doğru olmayan hakka dayalı işlemler nedeniyle hem hukuki hem de cezai anlamda birçok yaptırım söz konusu olabilmektedir.
İşbu makalede, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu (‘TMK’) bağlamında kişilik hakkı ile 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu (‘FSEK’) bağlamında manevi hakların karşılaştırılması uluslararası uygulamalar dikkate alınarak yapılacak olup, özellikle çocuk oyuncularla ilgili mali/manevi haklarla ilgili güncel konulara değinilecektir.
I. Çocuk Oyuncularla İlgili Medya Sektöründeki Güncel Uygulamalar
Uygulamada oyunculardan olabilecek en geniş şekilde muvafakatnameler alınmaktadır. Özellikle global medya şirketleri uluslararası hak sistemlerindeki farklılıkları da dikkate alarak, hakları olabildiğince en geniş şekilde (süresiz olarak, tüm evrende, üçüncü kişilere kullandırılabilir, herhangi kapsamda alt lisans verilebilir ve/veya devredilebilir şekilde, ek bir ücret talep edilmeksizin, münhasıran, kayıtsız şartsız gayrikabili rücu şekilde) alma amacındadır.
Mali haklar kapsamında, Türkiye’de FSEK 21 – 25. maddelerinde tanımlanan işleme, çoğaltma, yayma, temsil ve işaret ses ve/veya görüntü nakline yarayan araçlarla umuma iletim hakları olabildiğince içerikleri de tek tek sayılma (örneğin; işleme hakkı için “herhangi bir amaçla farklı eserlerle kullanılabilmesi, her türlü donanım, yazılım, programlara entegrasyonu suretiyle herhangi bir işitsel öğeyle senkronize edilmesi, kısaltılması, uzatılması, düzenlenmesi, kısım kısım veya tümden kullanılması, dâhil işleme hakkı” şeklinde) suretiyle muvafakatnamelere ve mali hak devir beyanlarına konu edilmektedir. Yine manevi haklar özelinde, FSEK’ten kaynaklanan umuma arz hakkının (FSEK m. 14), eser sahibi olarak tanıtılma (adın belirtilmesi) hakkının (FSEK m. 15), eserde değişiklik yapılmasını önleme hakkının (FSEK m. 16), eserin tahrip edilmesini/ bozulmasını önleme hakkının (FSEK m. 17) kullanım yetkisinin devri muvafakatnamelere konu edilmektedir.
Olağan uygulamada hem yapım şirketleri hem de kanal/platform sahibi medya şirketleri çocuk oyuncular özelinde herhangi bir ayrıma gitmeksizin velayet/vesayet ilişkisi dikkate alınarak yalnızca çocuk oyuncunun velisinden/vasisinden muvafakat alınması ile yetinmekte olup, çocuğun kendisinden ayrı olarak herhangi bir yazılı onay almamaktadırlar.
II. FSEK Bağlamında Manevi Haklar ile Kişilik Hakkı İlişkisi
Çocuk oyuncularla akdedilen sözleşmelerde genellikle, FSEK çerçevesinde mali hakların devrinin yanında manevi hakların kullanımının devredilmesine ilişkin hükümler de mevcuttur. Söz konusu manevi haklar, FSEK md. 14 ve devamında umuma arz, adın belirtilmesi, eserde değişiklik yapılmasını menetme hakkı ile eser sahibinin zilyet ve malike karşı hakları olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu haklar, esasında TMK m. 23 vd. düzenlenen kişilik haklarıyla benzerlik göstermektedir. Bu sebeple bu iki hak kategorisi arasındaki ilişki, sadece Türk hukukunda değil, uluslararası düzeyde de tartışmalara sebebiyet vermektedir. Şöyle ki öncelikle Copyright sisteminin kabul edildiği ülkelerde, eser üzerindeki haklar kural olarak eseri yaratana değil, eser yaratma sürecinde finansal riski taşıyan kişiye aittir.[1] Buna göre eser üzerinde eser yaratıcısının kişilik unsurlarının da bulunması hukuki açıdan bir önem arz etmemekle birlikte, zamanla eser üzerindeki kişilik hakkı kısmen ve farklı şekillerde bu hukuk sistemlerinde dikkate alınmıştır. Kıta Avrupası ve Türk hukukunda ise eser yaratıcılığı (driot d’autor) sistemi benimsenmiştir. Buna göre eser üzerinde eser yaratıcısının malvarlığı unsurlarının yanında kişilik unsurlarının da yansıması söz konusudur. Fikrin hakkın bu sistem içerisinde açıklanmasına ilişkin ise tekil (monist) ve ikili (düalist) anlayış söz konusudur. Tekil yaklaşıma göre fikri haktaki maddi ve manevi unsurlar tek bir hak olarak değerlendirilmektedir. Bir diğer ifade ile eser üzerindeki mali haklar ile bunlara yansıyan kişilik unsurları, aynı potada erimiştir. Bir diğer ifade ile eser üzerindeki mali haklar ile bunlara yansıyan kişilik unsurları, aynı potada erimiştir. İkili anlayışa göre ise mali ve kişilik unsurları, her ne kadar kesin bir çizgi olmasa da, kural olarak birbirinden ayırt edilen farklı unsurlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Türk hukuk sisteminde düalist teori benimsenmiştir.[2]
Bununla birlikte, öğretide manevi haklar ile kişilik hakkı arasındaki ilişki tartışmalıdır. Gerçekten de manevi hakların kişilik hakkı çerçevesinde korunan değerler kapsamında olduğunu belirten yazarlar mevcuttur.[3] Buna karşılık diğer bir görüş ise bu iki hakkın birbirinden farklı olduğunu belirtmektedir. Buna gerekçe olarak manevi hakların bütününün kişiliğin korunmasına yönelik olmadığı, manevi haklar çerçevesinde ise eser yaratıcısının doğrudan değil, eseri üzerinden korunduğu belirtilmektedir.[4] Ayrıca manevi haklar ile mali haklar arasında karşılıklı bir bağlılık ilişkisi mevcut iken kişilik hakkında böyle bir bağımlılık ilişkisi söz konusu olmayacaktır. Yargıtay da bazı içtihatlarında, manevi hak ihlalinin doğrudan kişilik hakkı ihlali niteliğini haiz olmadığını belirtmiştir.[5] Bununla birlikte özellikle kişilik değerlerinin yansıdığı kişinin resmi, sesi, ismi gibi haklar açısından eser üzerindeki haklar ile bir benzeşmenin söz konusu olduğu yine de kabul edilmektedir.[6]
Bu teorik tartışmanın uygulamaya etkileri ise büyüktür. Gerçekten de şayet FSEK bağlamında manevi hakkın kullanılması hakkı geçerli ve hukuka uygun bir şekilde devredildiyse, bununla birlikte kişilik hakkına ilişkin müdahalelere de onay verilip verilmemesi sorunu gündeme gelecektir. Özellikle umuma yayma hakkı çerçevesinde bu faaliyetin, aynı zamanda kişinin resmi, görüntüsü, sesi ve adı üzerindeki fikri haklar ile kişilik hakkı birbirinden farklı ise, bunların kullanım hakkının devri, başka kişilere kullandırılması ve bunlara karşı gerçekleştirilen müdahalelere onay verilmesi de her iki hak türü açısından farklı hukuki değerlendirmelere tabi olmalıdır.
Öte yandan manevi hakları kişilik hakkıyla eş tutan görüş bağlamında manevi hakkın devri, aynı zamanda kişilik hakkına yapılan müdahaleleri de meşru kılmalıdır. Bununla birlikte ister tek bir sözleşme ile manevi hakkın kullanımının devri ve kişilik hakkına müdahaleye onay verilmesi kabul edilsin, isterse de bunların iki farklı işlemle gerçekleştirilmesi gerektiği görüşü benimsensin, her halükarda çocuk oyuncular özelinde kişiye sıkı sıkıya bağlı haklar açısından özel bir değerlendirme yapılması gerekecektir. Nitekim bu tür haklar kural olarak temsile konu olamayacaktır. Dolayısıyla manevi hakkın kullanımının devri eş zamanlı olarak kişilik hakkına müdahaleye onay anlamına gelecekse ve kişiye sıkı sıkıya bağlı hakların kullanımı söz konusu ise, bu çerçevede gerçekleştirilen işlemlerin fiil ehliyeti açısından özellikle incelenmesi gerekecektir.
III. Genel Olarak Fiil Ehliyeti
Fiil ehliyeti, kişinin özel hukuktan doğan hakları bizzat kullanma ve kendi fiilleriyle kendi leh veya aleyhine özel hukuk tarafından düzenlenen hak ve borçları yaratma iktidarı olarak tanımlanabilecektir.[7] Bununla birlikte fiil ehliyetinin tek bir görünümü söz konusu değildir. Bilakis fiil ehliyeti, hukuki işlem ehliyeti, tasarruf ehliyeti, haksız fiil ehliyeti ve dava ehliyeti gibi farklı ehliyetleri barındırmaktadır.
Hukuki işlem ehliyeti, kişilerin bizzat hukuki işlemler yapabilme ehliyetidir. Hukuki işlem ise hukuk düzeni tarafından öngörülen belirli bir sonucun gerçekleşmesi amacıyla irade açıklamasında bulunmaktan doğan bir hukuki olgudur. Tasarruf ehliyeti kişinin hakları üzerinde kendi fiilleriyle doğrudan doğruya etkiler yapabilme konusunda sahip olduğu iktidardır. Haksız fiillerden sorumlu olma ehliyeti, bir kimsenin hukuk kurallarına aykırı fiilleri sonucunda başkalarına verdiği zararlardan bizzat sorumlu tutulabilme ehliyetidir. Dava ehliyeti ise, bir kimsenin bizzat veya atayacağı vekili vasıtasıyla mahkemelerde davacı veya davalı olarak bulunma ve yargılama hukukuna ilişkin hakları kullanarak ikrar, yemin, sulh, kabul vs. gibi yargılama hukuku işlemlerini bizzat yapabilme iktidarıdır. Hemen belirtelim ki bu ehliyetlerin her biri farklı şartlara tabi olabilmektedir. Gerçekten de hukuki işlem ehliyeti, ayırt etme gücü ile erginlik şartını gerektirirken, haksız fiil ehliyeti açısından ayırt etme gücü yeterli olabilecektir.
Aynı şekilde fiil ehliyeti her kişi açısından aynı olmamakla birlikte, fiil ehliyetinin farklı dereceleri mevcuttur. Dolayısıyla öncelikle somut inceleme açısından fiil ehliyetinin hangi derecelerinin söz konusu olacağı tespit edilecektir. Bu tespit neticesinde fiil ehliyetinin farklı dereceleri çerçevesinde gerçekleştirilen işlemler ele alınacaktır.
IV. Fiil Ehliyetinin Dereceleri
Fiil ehliyetinin dereceleri açısından hukuk düzenimiz, tam ehliyetli, sınırlı ehliyetli, sınırlı ehliyetsiz ve tam ehliyetsizler olarak dörtlü bir ayırım kabul etmiştir.
Buna göre ayırt etme gücüne sahip ve ergin olan ve aynı zamanda kısıtlı bulunmayan kişiler, tam ehliyetlidir. Ayırt etme gücüne sahip, ergin ve herhangi bir kısıtlamaya tabi olmamakla birlikte, bazı hukuki işlemleri yapabilme iktidarları sınırlandırılmış olan kimseler, sınırlı ehliyetli olarak nitelendirilmektedir. Ayırt etme gücüne sahip, fakat ergin olmayan kişiler, sınırlı ehliyetsizler olarak tanımlanmakta, nihayet ayırt etme gücünden yoksun kişiler ise tam ehliyetsiz olarak nitelendirilmektedirler.
Somut inceleme tahtında önem arz eden, sınırlı ehliyetsizler ile tam ehliyetsizlerin gerçekleştirdikleri işlemlerdir.
V. Tam Ehliyetsizler Açısından İnceleme
Tam ehliyetsizlerin kendi başlarına yaptıkları hukuki işlemler kesin hükümsüzdür. Benzer şekilde ayırt etme gücünden mahrum oldukları için kusurlu davranmaları da söz konusu olmayacağı için haksız fiil ehliyetleri de mevcut değildir. Keza dava ehliyetleri de bulunmamaktadır. Dolayısıyla tam ehliyetsizin hukuki açıdan geçerli bir işlemi meydana getirebilmesi için bu işlemin yasal temsilci tarafından yapılması gerekmektedir.
Ancak kanunda bunun bazı istisnaları mevcuttur. Şöyle ki her ne kadar tam ehliyetsizin taraf olduğu evlenme işlemi kesin hükümsüz olsa da, aile hukukunda bu tür evliliklerin bir mahkeme kararı ile ortadan kaldırılmadıkça geçerli olduğu kabul edilmektedir (TMK m. 145 b.2, 156). Yine ayırt etme gücünden yoksun kişi tarafından yapılan ölüme bağlı tasarruflar da ancak iptal davası açılmasıyla ortadan kalkacaktır. Ayrıca 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (‘TBK’) m. 517, 528 ve 582 kapsamında ehliyetsizler tarafından gerçekleştirilen işlemlere ilişkin istisnalar mevcuttur. Haksız fiil hukukunda ise TBK m. 65’e göre tam ehliyetsizin sorumlu tutulması istisnai olarak mümkün olacaktır.
Bununla birlikte kişiye sıkı sıkıya bağlı haklar açısından özellikle bir değerlendirme yapmak gerekecektir. Kişiye sıkı sıkıya bağlı haklar doktrinde hakkın kullanımı kararının yalnızca hak sahibi tarafından alındığı ve hakkın kullanım kararının mutlaka hak sahibinin şahsi iradesiyle alındığı haklar olarak tanımlanmıştır.[8] Kişiye sıkı sıkıya bağlı hakların kullanımına karar verme yetkisinin başkasına tanınması kural olarak mümkün değildir. Zira kişiye sıkı sıkıya bağlı haklar kişilik ile yakından ilgilidir ve hakkın kullanımı kararının başkası tarafından alınması kişilik kavramı ile çelişir. Kişiye sıkı sıkıya bağlı hakların şahsen kullanım zorunluluğundan anlaşılması gerekli olan husus hakkın kullanım kararının bizzat hak sahibi tarafından alınması gerekliliğidir. Bir diğer ifade ile kişiye sıkı sıkıya bağlı hakların kullanımı konusunda kararın alınması aşamasında temsil mümkün değildir.[2]
Tam ehliyetsiz kişilerin TMK m. 16 hükmü çerçevesinde kişiye sıkı sıkıya bağlı hakları bizzat veya yasal temsilcisi aracılığı ile kullanması mümkün değildir. Ayrıca kanunda gösterilen istisnalar dışında tam ehliyetsiz kişilerin hukuki işlemleri TMK m. 15 hükmü gereğince hukuki bir sonuç doğurmaz.
Bu sebeple doktrinde tam ehliyetsiz kişi tarafından yapılan işlemler kesin hükümsüzlük yaptırımına tabi tutulmaktadır.[10] Kesin hükümsüzlük yaptırımı TMK m. 15 hükmünde herhangi bir ayrıma gidilmemesi sebebiyle kişiye sıkı sıkıya bağlı hakların kullanımı açısından da geçerlidir. Bu nedenle tam ehliyetsiz kişilerin kişiye sıkı sıkıya bağlı hakları bizzat kullanması hukuki bir sonuç doğurmaz. Ancak bu görüşün kabulü, tam ehliyetsizlerin kişiye sıkı sıkıya bağlı haklarını hiçbir surette kullanamayacakları ve dolayısıyla bu haklardan mahrum kalacakları anlamına gelmektedir. Bu takdirde ise tam ehliyetsizlerin hak ehliyetinden dahi mahrum olması gündeme gelecektir, zira söz konusu haklar hiçbir surette kullanılamadığı takdirde bu hakların artık varlığından bahis açılamayacaktır. İşte bu sebeple doktrinde, yasal temsilci tarafından tam ehliyetsiz kişi adına bazı kişiye sıkı sıkıya bağlı hakların kullanımının mümkün olduğu kabul edilmiştir.[11]
Bununla birlikte hangi kişiye sıkı sıkıya bağlı hakların yasal temsilci vasıtasıyla kullanımın mümkün olduğu hususu tartışmalıdır.[12] Doktrinde kabul edilen ağırlıklı görüş kişiye sıkı sıkıya bağlı hakların mutlak ve nispi olarak ayrıma tutulması ve nispi kişiye sıkı sıkıya bağlı hakların yasal temsilci tarafından tam ehliyetsiz adına kullanılabileceği yönündedir.[13] İlgili görüş nispi kişiye sıkı sıkıya bağlı haklar olarak kişilik haklarının ihlalinden doğan maddi/manevi tazminat taleplerini, ergin kılınmayı, tanımaya itirazı ve evlat edinmeyi belirtmiştir. Belirtilen haklar dışında kalan kişiye sıkı sıkı bağlı haklar (nişanlanma, evlenme, nişanın bozulması, bazı evliliğin feshi nedenleri, boşanma, soy bağının reddi, tanıma, babalık davası açma, ölüme bağlı tasarruflarda bulunma) ise mutlak niteliğini haiz olduğundan tam ehliyetsiz veya yasal temsilci tarafından hiçbir koşulda kullanılamayacaktır. Bununla birlikte kanunda açıkça bir düzenleme bulunmamasına rağmen Yargıtay uygulaması bazı boşanma sebeplerinin tam ehliyetsiz kişi adına yasal temsilci tarafından açılabileceği yönündedir.[14]
VI. Sınırlı Ehliyetsizler Tarafından Gerçekleştirilen İşlemler
1. Kendi Başlarına Gerçekleştirebilecekleri İşlemler
Sınırlı ehliyetsizlerin kendi başlarına, yani yasal temsilcilerine ihtiyaç duymaksızın yapabileceği işlemler, TMK m. 16 f. 1 c. 2’ye göre karşılıksız kazandırma ve kişiye sıkı sıkıya bağlı hakların kullanımıdır. Dolayısıyla sınırlı ehliyetsize borç yükleyen işlemler ile etkilerini sınırlı ehliyetsizin hakları üzerinde gösteren işlemler, yasal temsilcinin rızasına tabidir
2. Kişiye Sıkı Sıkıya Bağlı Haklar Açısından İnceleme
TMK m. 16 f. 1 c. 2 hükmü sınırlı ehliyetsiz kişilerin, kişiye sıkı sıkıya bağlı hakları kullanımı açısından yasal temsilcilerinin rızasının gerekli olmadığını ifade etmektedir. Bu nedenle kural olarak kişiye sıkı sıkıya bağlı haklar sınırlı ehliyetsiz tarafından bizzat kullanılabilir.
Bununla birlikte doktrinde kişiye sıkı sıkıya bağlı hakların kullanımı (ve hakkın kullanımından vazgeçilmesi) açısından ikili bir ayrıma gidilmektedir.[15] Birinci ayrım bazı kişiye sıkı sıkıya bağlı hakların yalnızca sınırlı ehliyetsiz tarafından kullanılabileceği yönündedir. İkinci ayrım ise kanundan doğan zorunluluk gereği bazı kişiye sıkı sıkıya bağlı hakların kullanımı açısından yasal temsilcisi katılımı ve/veya vesayet makamı izni ile kullanılabileceğine ilişkindir.
TMK hükümleri içerisinde hangi hakların kişiye sıkı sıkıya bağlı haklar olduğuna ilişkin bir bilgi bulunmamaktadır. Doktrinde yalnızca sınırlı ehliyetsiz tarafından kullanılabilecek kişiye sıkı sıkıya bağlı haklara ilişkin örnekler verilmiştir. Bu haklar; kişilik hakkını koruyan tespit ve men davaları, kişinin bedeni üzerinde gerçekleştirilen çeşitli ameliyatlar ve tıbbi müdahaleler, [16] TMK m. 24-25 hükümlerine dayanılarak açılan manevi tazminat davası,[17] ismin korunmasına ilişkin davalar, zina yapan eşin affı, vasiyetname yapmak, soybağının reddi, babalık davası, evliliğin nispi butlanı ve iptali, nişanı bozma, vesayetin kaldırılması talebi, vasi hakkında şikâyette bulunma haklarıdır. Ayrıca Çocuk Hakları Sözleşmesi m. 12 gereğince kendilerini ifade etme hakkının da kişiye sıkı sıkıya bağlı bir hak olduğunun da kabulü gerekir.
Bununla birlikte özellikle hukuka aykırılığı ortadan kaldıran mağdurun rızası bağlamında doktrinde yine farklı görüşler mevcuttur. Bir görüşe göre kural olarak sınırlı ehliyetsiz, ayırt etme gücünü haiz olduğu takdirde rıza vermeye de ehildir. Bu çerçevede ayırt etme gücü, rıza gösterilen işlemin önemine göre değerlendirilecektir.
Ancak her ne kadar sınırlı ehliyetsiz, temyiz kudretini haiz olsa da, kanuni temsilcinin ısrarla karşı koyması durumunda beden bütünlüğüne yapılacak zararlı sonuçlar doğurma olasılığı bulunan girişimlere rıza gösteremeyecektir.[18] Bir diğer görüş ise burada kişiye sıkı sıkıya bağlı bir hak söz konusu olması sebebiyle artık temsilin ya da yasal temsilcinin rızasının söz konusu olmayacağını belirtmekte, nihayet üçüncü bir görüş ise önemli tıbbi müdahaleler açısından yasal temsilcinin katılımının faydalı olacağını savunmaktadır.[19]
Sınırlı ehliyetsizin bazı kişiye sıkı sıkıya bağlı hakları kullanabilmesi için ise yasal temsilci katılımı ve/veya vesayet makamı/denetim makamı izni gereklidir. Bu haklar doktrinde şu şekilde belirtilmiştir: Evlenme, boşanma,[20] ergin kılınma, isim değişikliği, yaşın düzeltilmesi, evlat edinme veya edinilme, çocuğun tanınması, miras sözleşmesi yapma/geri alma, mirasın kabulü/reddi, mal rejimi sözleşmesi yapma, vatandaşlığa girme veya vatandaşlıktan çıkma, Dernekler Kanunu m. 3/III gereğince on beş yaşını bitiren ayırt etme gücünü haiz çocuklar açısından gelişimlerine katkıda bulunması amacıyla çocuk derneği kurma veya üyelik Dernekler Kanunu m. 3/IV gereğince on iki yaşını bitirmiş çocukların çocuk derneklerine üyeliği (yönetim ve denetim kurullarında görev almamak koşuluyla) TMK m. 405- 406 hükümlerine dayanılarak kısıtlılığını isteme haklarıdır. Örnekler açısından sınırlı sayı prensibi geçerlidir. Zira örnekler TMK m. 16 gereğince vesayet altındaki sınırlı ehliyetsizin kişiye sıkı sıkıya bağlı hakları bizzat gerçekleştirebileceği kuralına istisna teşkil etmektedir ve istisnaların kıyası mümkün olmamakla birlikte ayrıca dar yorumlanması gereklidir. Kural olarak yasal temsilci tarafından verilmesi gereken izne ilişkin bir şekil şartı bulunmamaktadır. Lakin evlenme hususunda verilecek iznin TMK m. 136 gereğince yazılı olması gerekir. Ayrıca Dernekler Kanunu m. 3 gereğince de yasal temsilci tarafından iznin yazılı olarak verilmesinin gerektiği ifade edilmiştir.
Vesayet altındaki sınırlı ehliyetsizin kişiye sıkı sıkıya bağlı haklara ilişkin davalarda dava ehliyetleri bulunmaktadır. Bu nedenle dava takip ve ilamın icrasına ilişkin işlemleri bizzat gerçekleştirebilirler. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı gereğince vesayet altındaki sınırlı ehliyetsizlerin kişiliğine karşı işlenmiş olan suçlardan dolayı dava ve şikayet hakkı bulunmaktadır.[21]
3. Yasak İşlemler
Bazı işlemler ise yasal temsilcinin katılımı olsa dahi yasaklanmıştır. Bunlar, önemli bağışlarda bulunma, kefil olma, vakıf kurma, rekabet yasağı yükleniminde bulunma işlemleridir.
VII. Çocuk Oyuncular Açısından Değerlendirme
Fiil ehliyeti bağlamında yapılan bütün bu genel açıklamalar ışığında çocuk oyunculardan alınan “Muvafakatnamelerin” değerlendirilmesi yapılacaktır. Bu çerçevede öncelikle tam ehliyetsizler ile sınırlı ehliyetsizler arasında bir ayırım yapılacak, ardından her iki gruba ilişkin hukuki işlemler ile kişiye sıkı sıkıya bağlı hakların kullanımına ilişkin işlemler incelenecektir. Ancak öncelikle ilgili muvafakatnamelerin konusunu ve içeriğini kısaca incelemekte fayda vardır. Bu çerçevede genellikle FSEK m. 21-25 ile md. 80’de belirtilen ana ve komşu hakların devri kararlaştırılmaktadır. Ayrıca manevi hakların kullanım hakkının da devri çoğu zaman bu sözleşmelerin konusunu teşkil etmektedir. Hemen belirtelim ki bu çerçevede malvarlığı haklarının devri taahhüdü söz konusu olduğu takdirde hukuki işlem ve tasarruf işlemi ehliyetinin incelenmesi gerekecektir. Bununla birlikte aynı zamanda çocuk oyuncunun resmi/görüntüsü, ismi, sesi gibi kişilik hakkı unsurlarının kullanımına da onay verilmesi söz konusu olacaktır. Bu sebeple şahıs varlığı haklarına müdahaleye onay verilmesinin fiil ehliyeti açısından incelenmesi gerekecektir.
1. Tam Ehliyetsizler Açısından İnceleme
Kural olarak tam ehliyetsizlerin hukuk âleminde sonuç doğurabilecek herhangi bir işlem gerçekleştirmeleri mümkün değildir. Bunun için yasal temsilcilerinin kendileri adına hareket etmeleri gerekmektedir. Muvafakatnameler kapsamında ise kişilerin bir takım malvarlığı hakları ile bunlarla birlikte ve eş zamanlı olarak şahıs varlığı haklarına ilişkin tasarrufta bulunmaları söz konusudur. Malvarlığına ilişkin tasarruflarda yasal temsilcinin tam ehliyetsiz adına hareket etmesi mümkündür ve ilgili şartların karşılanması, özellikle velayet hakkının kötüye kullanılmaması halinde yapılan işlemler geçerli olarak kabul edilecektir.
Özellikle görüntü ve isim haklarının kullanımı noktasında ise kişiye sıkı sıkıya bağlı haklar söz konusu olacaktır. Bu çerçevede her ne kadar doktrinde farklı görüşler ortaya atılmış olsa da, kişinin resmi ve ismi üzerindeki hakkı, mutlak surette kişiye sıkı sıkıya bağlı bir hak olarak nitelendirilmemektedir. Dolayısıyla mutlak nitelikte kişiye sıkı sıkıya bağlı haklarda temsilin hiçbir şekilde mümkün olmadığı görüşü somut inceleme tahtında gündeme gelmeyecektir.
Diğer yandan yukarıda da belirtildiği üzere nisbi nitelikteki kişiye sıkı sıkıya bağlı haklar açısından yasal temsilcinin tam ehliyetsiz adına işlem yapabilmesi, bu haklar üzerinde tasarrufta bulunabilmesi mümkündür. Ancak özellikle kişilik hakkına yapılan müdahalelerin özel bir görünümü olan tıbbi müdahaleler bağlamında, yasal temsilcinin gelişigüzel rıza göstermesi söz konusu olmamakla birlikte, bu çerçevede tam ehliyetsizin “üstün özel yararı” şartı aranmaktadır.[22] Şayet bu kıstas, aynı şekilde diğer kişilik hakları üzerindeki tasarruflar açısından da aranacaksa, yasal temsilcilerin ayırt etme gücünden yoksun küçükler adına resim, görüntü ya da isim gibi hakları üzerinde işlem yapabilmeleri bütünüyle imkânsız olarak nitelendirilecek, hatta çocuğa bir kayyımın tayin edilmesi şartı aranacaktır. Oysa kanaatimizce can ve beden bütünlüğü, kişilik hakkının en değerli unsurları olmaları hasebiyle bunlar üzerinde gerçekleştirilecek her türlü müdahalenin de sıkı bir denetime tabi tutulması gerekecektir. Öte yandan kişinin resmi, görüntüsü ise, her ne kadar kişilik hakkının bir parçası olsa da, günümüz teknoloji çağında beden bütünlüğü kadar sıkı bir korumaya tabi tutulamayacaktır. Aksine bir yaklaşım, her gün cep telefonlarıyla çekilen ve birçok farklı mecrada paylaşılan fotoğrafları, videoları hukuka aykırı hale getirecektir. Dolayısıyla resim, görüntü ya da isim gibi kişilik hakkına ilişkin işlemlerde yasal temsilcinin, çocuğun menfaatine aykırı olmadıkça ve özellikle velayet hakkı kapsamında kaldığı müddetçe, tam ehliyetsiz adına işlem yapabilmesinin mümkün olması gerektiği kanaati hâsıl olmaktadır.[23]
2. Sınırlı Ehliyetsizler Açısından İnceleme
Durum sınırlı ehliyetsizler açısından incelendiğinde her şeyden önce hukuki işlemler açısından sınırlı ehliyetsizin her halükarda hukuki işlem ehliyetini haiz olmamaları sebebiyle yasal temsilcilerinin rıza ya da onayına ihtiyaç duyulduğu hususunda tereddüt yoktur. Ancak belirtildiği üzere önemli bağışlarda bulunma, kefil olma, vakıf kurma, rekabet yasağı yükleniminde bulunma işlemleri açısından yasal temsilcinin rızası dahi bu işlemleri geçerli hale getirmemektedir
Kişiye sıkı sıkıya bağlı haklar bağlamında ise öncelikle sınırlı ehliyetsizin kişiye sıkı sıkıya bağlı olan hakkı açısından söz konusu işlemin sonuçlarını öngörebilecek kabiliyete sahip olup olmadığının dikkatlice araştırılması gerekecektir. Bu çerçevede özellikle beden bütünlüğüne yapılan müdahalelerin aksine resim, görüntü ya da isim üzerindeki hakların kullanımına rıza verilmesi, yukarıda da belirtildiği üzere ağır bir müdahale olmaması sebebiyle yasal temsilcinin onayının aranmasının şart olmadığı kanaati hâsıl olmaktadır.[24]
VIII. Sonuç
Çocuk oyuncular, şayet ayırt etme gücünü haiz iseler sınırlı ehliyetsiz, henüz ayırt etme gücüne sahip olmadıkları takdirde ise tam ehliyetsiz olarak nitelendirilebilecektir. Ayırt etme gücünü belirlerken somut olay açısından çocuğun gerçekleştirdiği işlemin kapsamı, mahiyeti ve sonuçlarını öngörebilme kabiliyeti esas alınacaktır.
Genel olarak muvafakatnamelerde malvarlığı haklarına ilişkin devirler söz konusudur. Bu gibi durumlarda gerek tam ehliyetsiz gerekse sınırlı ehliyetsizler açısından yasal temsil gündeme gelecektir. Velayet hakkının sınırları dâhilinde kalan ve yasak işlem niteliği taşımayan devir işlemlerinin yasal temsilci tarafından çocuk adına gerçekleştirilmesi imkân dâhilindedir.
Şahısvarlığı haklarına müdahaleye rıza gösterme, özellikle resim, görüntü, isim ya da ses üzerindeki hakların kullanımına rıza verme noktasında ise bunların kişiye sıkı sıkıya bağlı hak olarak nitelendirilebileceği dikkate alınmalıdır. Bu çerçevede sınırlı ehliyetsizler açısından yasal temsilin mümkün olup olmadığı tartışmalıdır. Ne var ki, kişilik haklarına yapılan müdahaleye onay verilmesinin mümkün olduğunu savunan ağırlıklı görüş, beden bütünlüğüne yapılan müdahalelerde çocuğun üstün yararını aramaktadır. Ancak kişilik hakkının diğer bir unsuru olan resim, görüntü ya da isim üzerinde gerçekleştirilen tasarruflarda böyle bir şart aranmamaktadır. Kanaatimizce de bu çerçevede çocuğun menfaatlerine aykırı düşmedikçe ve velayet hakkının sınırlarını aşmadıkça yasal temsilcilerin tam ehliyetsiz adına rıza göstermeleri mümkün olmalıdır.
[24]Benzer şekilde bkz. Tosun, s. 215: “Sınırlı ehliyetsiz bir eser sahibi mali haklar konusundaki sözleşmeleri yasal temsilcisi onayıyla yapmalıdır. Manevi hakların kullanımına ilişkin sözleşme söz konusuysa, sözleşmelerin birçoğu mali hakların devri dolayısıyla manevi hakların kullanımının devrini de içereceği için yine sınırlı ehliyetsiz eser sahibinin yasal temsilcilerinin onayının alınması gerekecektir. Ancak kişiye sıkı surette bağlı bir hakkın kullanımı olarak değerlendirilebilecek kullanım devirleri açısından sınırlı ehliyetsizin tek başına hareket edebileceğinin kabulü gerekmektedir”.
Sınırlı ehliyetsizler açısından ise kişiye sıkı sıkıya bağlı hakların kullanımı noktasında açık kanun hükmü ışığında yasal temsil gündeme gelmemektedir. Dolayısıyla bu hakların sınırlı ehliyetsiz tarafından bizzat kullanılması gerekecektir. Bir diğer ifade ile yasal temsilci, kişiye sıkı sıkıya bağlı hakların kullanımı noktasında sınırlı ehliyetsiz adına işlem gerçekleştirememekte, özellikle sınırlı ehliyetsizin iradesine aykırı bir şekilde temsil yetkisini kullanamamaktadır.
[1] Klaus Skrzipek,Urheberpersönlichkeitsrecht und Vorfrage, Baden Baden 2005, s. 19 vd. [2] Mustafa Aksu, Eser Yaratıcısının Eseri Üzerindeki Manevi Hakları (Eser Yaratıcısı Kişilik Hakkı) ile Genel Kişilik Hakkı İlişkisi Üzerine Bir Deneme, Rona Serozan Armağanı, İstanbul 2010, Cilt I, s. 124.
[3]Halil Arslanlı,Fikri Hukuk Dersleri II, Fikir ve Sanat Eserleri, İstanbul 1954, s. 79; Serozan, Medeni Hukuk II 2, kn. 20, s. 186; Halil Akkanat, Ölümün Özel Hukuk İlişkilerine Etkisi, İstanbul 2004, s. 133-134; Ünal Tekinalp, Fikri Mülkiyet Hukuku, 4. Bası, İstanbul 2005, § 14, kn. 4 vd.
[4]Aksu, s. 138; Yalçın Tosun, Manevi Haklar, İstanbul 2016, s. 85-86
[5]Yargıtay 11 HD., E. 2002/10070, K. 2003/1592, T. 25.2.2003.
[6]Aksu, s. 158; Fırat Öztan, Fikir ve Sanat Eserleri Hukuku, Ankara 2008, s. 669-670
[7]Turgut Akıntürk/Derya Ateş, Medeni Hukuk, 23. Baskı, Ankara 2017, s. 282
[8]M. Kemal Oğuzman/Nami Barlas, Medeni Hukuk, 21. Baskı, İstanbul 2015, s. 166; Akıntürk/Ateş,s. 134; Şaban Kayıhan/Mustafa Ünlütepe, Medeni Hukuka Giriş ve Türk Medeni Kanunu’nun Başlangıç Hükümleri, 4. Baskı, Ankara 2019, s. 275. [9]Oğuzman/Barlas, s. 166.
[10]Oğuzman/Barlas, s. 219; M. Kemal Oğuzman/Özer Seliçi/Saibe Oktay-Özdemir, Kişiler Hukuku (Gerçek ve Tüzel Kişiler), 15. Baskı, İstanbul 2015, s. 77.
[11] Oğuzman/Seliçi/Oktay-Özdemir, s. 83.
[12] Tartışmalar için bkz. Aslı Açıkgöz, Dar Anlamda Vesayeti Gerektiren Haller ve Vesayet Altına Almanın İşlem Ehliyeti Bakımından Sonuçları, İstanbul 2017, s. 263-271.
[13] Oğuzman/Seliçi/Oktay-Özdemir, s. 83; Serap Helvacı, ‘Kişilik İşlemi Hakları (Münhasıran Şahsa Bağlı Haklar)’ (Yayınlanmamış Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 1993), s. 87-88.
[14] Yargıtay 2. HD., 27.12.1994, 10866/16256, YKD 1995, S. 8, s. 125; daha eski kararlara örnek olarak: Hayata kast ve pek kötü veya onur kırıcı davranış sebebiyle boşanma davasının yasal temsilci tarafından tam ehliyetsiz kişi adına açılabileceğine ilişkin Yargıtay 2. HD. 3.6.1964, E. 2642, K. 3059 (naklen Açıkgöz (n 2) 269); Suç işleme ve haysiyetsiz hayat sürme nedeniyle boşanma davasının yasal temsilci tarafından tam ehliyetsiz kişi adına açılabileceğine ilişkin Yargıtay 2. HD. 3.3.1947, E. 5923, K. 1219 (naklen Açıkgöz (n 2) 269). [15]Helvacı, s. 21 vd. [16] Yargıtay 18. HD. E. 2013/16178, K. 2014/3998, T. 6.3.2014; Yargıtay 2. HD. E. 2014/26980, K. 2015/6339, T. 1.4.2015.
[17] Yargıtay 4. HD. E. 1995/5439, K. 1995/6448, T. 21.9.1995.
[18] Zevkliler, Medeni Hukuk, s. 419-420 (Helvacı s. 106’dan naklen).
[19] Cüneyt Çilingiroğlu, Tıbbi Müdahaleye Rıza, İstanbul 1993,
[20] Yargıtay 2. HD. E. 1994/1417, K. 1994/1882, T. 22.2.1994.
[21] 15.4.1942 gün ve 14/9 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı.
[22]Helvacı, s. 107
[23]Semih Yünlü, Görüntü Üzerinde Kişilik Hakkı, İstanbul 2021, s. 219 vd